////

HASAN CANAT’TAN ÇOK ANLAMLI VE SERT BİR ELEŞTİRİ

Hasan CANAT

SLOGANSEVERLİK

Yahudi kökenli Amerikalı akademisyen ve psikolog Abraham Harold Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini bilenler bilir. Yeme, içme, barınma, sosyalleşme, saygınlık ve kendini gerçekleştirme… Maalesef millet olarak değer yargılarımız ve ihtiyaç duyduğumuz şeyler çok değişti. Bizim lüks arabalara binmeye, lüks konutlarda yaşamaya ihtiyacımız yok. Tam aksine birliğe, beraberliğe, sevgiye, saygıya ve sadakate ihtiyacımız var.

İnsanoğlu her daim Allah’a muhtaçtır ve hayatımız Hak ile Batıl mücadelesinden ibarettir. Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de 90 ayette rızka kefil olduğunu söylüyor. Salgın hastalık döneminde “2 saat sonra sokağa çıkma yasağı uygulanacak” diye duyuru yapıldığında marketlerdeki izdihamı hatırladınız mı? Neredeyse 80 yıldır savaş ve kıtlık görmeyen insanların gece yarısı fırınlara ve marketlere hücum etmesindeki bilinçaltını çok merak etmiştim ve İbn-i Haldun’un “İnsanı açlık değil, alışmış olduğu tokluk öldürür” sözünü hatırlamıştım.

Asrın felaketi denilen ve 11 ili etkileyen büyük bir deprem yaşadık. Nice canlarımız enkaz altında kaldı. Allah rahmet eylesin. Buna rağmen bitmek tükenmek bilmeyen tapu sevdası kaldığı yerden devam ediyor. Bazen yüksek katlı binalara bakıp tefekkür ediyorum. O evler ilim yuvası mı aile yuvası mı yoksa fuhuş yuvası mı olacak? Hâlbuki ülkemizde ailelerin depreme dayanıklı evlerde huzurla ve selametle yaşamaya ihtiyacı var.

Sosyalleşmeyi bile yanlış anladığımız için sosyal medyada sosyalleşmeye çalışıyoruz. Arkadaşlık, komşuluk ve aile bağlarımız günden güne zayıflıyor. Saygınlık kazanmak için kutsal değerlere saygısızlık yapmak hangi akla hizmettir? Sosyal medyadaki paylaşımlara dikkatli bir şekilde bakarsanız kimlik bunalımı yaşayan bir sürü genç görürsünüz. Gençler #beniöneçıkar ve #keşfet etiketleriyle fenomen olmak için çırpınıyorlar.

Bir Macar atasözüdür, “sarhoş ayılır, cahil ayılmaz”. Biz ne söylersek söyleyelim herkes yine bildiğini okuyor. Sakallı Celal boşu boşuna “bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” dememiş. Allah’ın haram kıldığı cehaleti toplum olarak çok sevdik. Lütfen yanlış anlamayın, gerçekten ülkemizde haysiyetsiz ve şahsiyetsiz tiplere daha çok değer veriliyor. Fenomenler bile zekânızla dalga geçiyor, duygularınızla alay ediyor.

Eğitim, sanat, medya, ticaret, siyaset… Ahlaksızlık ve cehalet her yere sirayet etmiş. Sözünde durmayan, emanete ihanet eden ve milleti kandırmaya çalışan tipler daha kıymetli olmuş. Demek ki ülkemizin idealist eğitimcilere, ahlaklı sanatçılara, feraset sahibi gazetecilere, dürüst tüccarlara ve şahsiyetli siyasetçilere ihtiyacı yokmuş. Bütün mesele kadrolu memur olmak, haddinden fazla kâr elde etmek, ünlü olmak ve hak edilmeyen makamlarda koltuk işgal etmekmiş. Üç günlük dünya için bu kadar alçalmaya değer miydi?

Kapitalizmin tıkır tıkır işlemesi için faizli kazanca bel bağlamaya, haksızlığa karşı bir irade koyamayacak kadar zavallı olmaya, parayla alınıp satılacak kadar alçalmaya, sırf meşhur olmak için dini, milli ve ailevi değerlerimizi ayaklar altına almaya gerek var mıydı? Para, şöhret, mevki ve makam mı kurtaracak bizi Allah’ın gazabından? Demek ki Müslümanların dünyaya daha çok bağlanmaya ihtiyacı varmış. Hâlbuki bir zamanlar mümin müminin derdiyle dertlenirdi. Gazze’de yaşananlar bile Müslümanların ahvalini gözler önüne seriyor.

Televizyonların reytinge ihtiyacı var. Dizilerde ahlaksızlık öyle bir empoze ediliyor ki insanlar da umarsızca seyrediyor. Bizim Anadolu’muzu bizim milletimizi anlatan dizilere de ihtiyaç kalmamış. Yayınevlerinin bile fahiş kazançlara ihtiyacı varmış. Bu yüzden kıymetli şairlerin ve yazarların eserlerini neşretmeye ihtiyaçları yok. Dolayısıyla ehil insanlara değil, cahil insanlara ihtiyaç var. Siyasetçilerin bile duaya değil, oya ihtiyacı var.

Gazze’nin de cihat etmemize değil, kınamalarımıza ihtiyacı var. Bülent Tokgöz Ağabey’in “Bakiyemiz” şiirinde yazdığı gibi; “Egale ediyoruz tarihin en sefil en kepaze ihanet rekorlarını / Kusura bakma Gazze / Kusura bakma / Aşırı yoğunuz bugünlerde, son zamanlarda, son yıllarda daha doğrusu / Firavunî bir gailedir bizi piramitlerinde istihdam eden / Prangalı çalışanlarıyız tamahkâr serbest piyasanın, gazapkâr bürokrasinin”…

Ramazan ayındayız. Hepimizin ruhen ve bedenen arınmaya ihtiyacı var. Afişlerde ve haberlerde “Ramazan Keyfi” ve “Ramazan Menüleri” başlıkları görüyoruz. Gazze’de çocuklar açlıktan ve susuzluktan ölürken bile keyfimizden taviz vermiyoruz. Yaşam standartlarımız değişmesin, diye Ramazan ayının bile önemini idrak edemiyoruz. Ramazan, nefsani arınmadır. Yeme, içme ve sahura kadar eğlenip ziyafet çekme ayı değildir.

İşte böyle bir ortamda sanatın ve edebiyatın kıymeti de pek anlaşılmıyor. Çünkü ihtiyaç duyulmuyor. Demek ki bizim önü sonu belli olmayan yalanlara ve içi bomboş sloganlara ihtiyacımız varmış. Ne zaman bu gafletten uyanırız, bilmiyorum. Peki, böyle bir yazıya ihtiyaç var mıydı? Biz ne olursa olsun hakikatleri dile getirmeye devam edeceğiz. O tuzu kuru gafillerin bu yazımı okuyacaklarını, okusalar bile anlayacaklarını sanmıyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bunlarda İlginizi Çekebilir

SONU GÖRMEK ÖNEMLİ

Kemal ALBAYRAK SONU GÖRMEK ÖNEMLİ İçinde yaşadığımız dünya hayatı dikensiz gül bahçesi değildir. Zıtlarla yaşamak her