Röportaj: Prof. Dr. Nurullah Çetin ile edebiyat ve kültür üzerine…

Röportajı yapan Çelebi ÖZTÜRK

Bu ayki konuğumuz Prof. Dr. Nurullah Çetin. Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Yönetim Kurulu üyesi olan Sayın Nurullah Çetin ile edebiyat ve kültür üzerine konuştuk. Sorularımıza çarpıcı cevaplar verdi. Oldukça keyifli bir sohbet oldu. Sizleri daha fazla meraklandırmadan edebiyat ve kültür yolculuğuna birlikte çıkalım.

Çelebi ÖZTÜRK: Hocam, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: 1964 yılında Kütahya’nın Simav ilçesine bağlı Kuşu beldesinde doğdum. İlkokulu doğduğum yerde, orta tahsilimi Manisa’nın Demirci ilçesinde tamamladım. 1985’te Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. Halen aynı üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmaktayım.

Çelebi ÖZTÜRK: Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: İki önemli sebebi var: 1. Lisede Türk Dili ve edebiyatı öğretmenim Ahmet Çete’nin bana olan yakınlığı, ilgisi, Türk edebiyatını sevdirmesi. 2. Kitap okumayı, yazı yazmayı çok sevmem.

Çelebi ÖZTÜRK: 1998’den 2002 yılına kadar Londra Üniversitesi’nde “Mustafa Kemal ATATÜRK Fellowship” Programları çerçevesinde Türk dili ve edebiyatı dersleri vermek üzere misafir öğretim üyesi olarak görevlendirildiniz. Şunu sormak istiyorum; Avrupa, Mustafa Kemal Atatürk’e nasıl bakıyor?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Avrupa, Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’e iyi bakmıyor, sevmiyorlar. Sevmeleri de beklenemez zaten. Çünkü Atatürk, emperyalist Haçlı Batının vatanımız üzerinde tezgâhladığı emperyalist işgal projesini şanlı bir Kuva-yı Milliye direnişi ile çöpe atmış bir Türk Beyidir. Atatürk’ün istiklalci, milliyetçi kişiliği sömürgen Avrupa’nın hoşuna gitmemiştir, gitmesi de beklenemez. O yüzden Avrupa, Türkiye’nin Avrupa Birliğine giriş sürecinde ön şart olarak Atatürk’ün resimlerinin devlet dairelerinden indirilmesini, Atatürk’ün kurduğu bağımsız, millî Türk Devletini tasfiye etmesini istemiştir. Atatürk’ten, Atatürk’ün milliyetçi, istiklalci ilke, kural, değer, sembol ve kurumlarından arındırılmış bir Türkiye, Avrupa’nın çok daha kolay güdebileceği, yönlendirip kullanabileceği, bölüp parçalayabileceği ve Türk milletini etkisiz hale getirebileceği bir Türkiye’dir. Atatürk ise şahsiyetli, bağımsızlıkçı ve millî bir siyaset uygulayarak emperyalist Haçlı Batının bu coğrafyadaki bütün heveslerine takoz koyan, Türk milletini kendi vatanında millî Türk devleti çatısı altında yeniden efendi yapan adam gibi bir adamdır. Onun için gâvur Avrupa’nın Atatürk’ü sevmelerini beklemeyelim.

Çelebi ÖZTÜRK: Avrupa dilleri arasında Türk dilinin yeri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Avrupa dilleri

arasında Türk dilinin bir yeri yok. İki ayrı dünyanın dilleri arasındaki alışverişe gelince özellikle Tanzimat’tan sonraki süreçte maalesef biz Avrupa dillerinden çokça söz varlığı aldık. Bu da Türkçemizin istiklalini zedeleyen bir durumdur. Avrupa dilleri ile Türk dilinin ifade kabiliyeti bakımından bir karşılaştırmasını yapacak olursak, Türkçenin çok daha zengin, kıvrak, derinlikli, zarif bir dil olduğunu söyleyebiliriz. Çok farklı durumları, nesneleri, olguları, duygu ve düşüncelerin en ince anlam ve duygu farklılıklarını ifade etmede Türkçe çok daha kabiliyetli ve zengin bir dil. Çünkü yüzyıllar boyunca işlene işlene incelmiş, zarifleşmiş ve zenginleşmiş bir dilimiz var. Türkçemiz, büyük bir kültür ve medeniyet dilidir.

Çelebi ÖZTÜRK: Yabancı kelimelerin Türkçeye karışması nedeniyle dilde bir bozulma yaşanıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Biz Türklerin bir zaafı var. Hangi medeniyet dairesine girmişsek o medeniyetin taklitçisi ve tek taraflı alıcısı durumuna düşmüşüz. İslam medeniyetine girdiğimizde Araplara ve Farslara siyaseten hâkim olduğumuz halde kültürel olarak Müslümanlığı Araplaşma ve Farslaşma zannetmişiz. Hızla Araplaşma ve Farslaşma hareketleri başlamış. Kur’an dili Arapçadır diye bol miktarda Arapça söz varlığı almışız. Kur’an’ın Arapça değil, Rabca bir dile sahip olduğunu anlamamışız. Uzun süre hâkim olduğumuz Farsların dilini edebiyat dili kaynağı olarak almışız. Zamanla yazı dilimiz, Arapça ve Farsça söz varlıklarıyla hatta dilbilgisi unsurlarıyla dolmaya ve anlaşılmaz olmaya başlamış. Tanzimat sonrası süreçte bu sefer Batı medeniyeti dairesine girince bu süreci de Frenkleşme olarak anlamışız ve hızla Fransızca, 1950’li yıllardan sonra da İngilizce söz varlıkları dilimizi istila etmeye başlamış. Millî Mücadele sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti dönemi ile birlikte her anlamda istiklalcilik hareketleri hız kazandı. Dilde istiklalci hareketler de kendini gösterdi. Arapça ve Farsçadan istiklalini kazanmaya çalışan Türkçemiz, son dönemlerde de maalesef bu sefer İngilizcenin istilasına uğradı. Şimdi Türkçemizi İngilizcenin işgalinden kurtarma mücadelesine hız vermemiz gerekiyor.

Çelebi ÖZTÜRK: Üniversite sayısının fazla olması bir ülkenin eğitiminin gelişmişliğini göstermesinde yeterli mi?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Yeterli değildir. Üniversite kurumu özgün, yeni, faydalı, işlevsel bilgi üretim, uygulama ve yayma kurumudur. Her şehirde üniversite kurmak bu amacı gerçekleştirmek için yeter sebep değildir. Üniversite bina, maddi, fiziki imkânlar demek değildir. Üniversite öncelikle kaliteli bilim adamı demektir. Alanında dünya çapında uzmanlaşmış, saygın, güvenilir, üretici, çalışkan, verimli ve milliyetçi bilim adamları olmazsa her şehirde açılan üniversiteler yüksek lise olmaktan kurtulamaz. Siyasi ve ekonomik gerekçelerle her yere üniversite açmak, üniversite kurumunun saygınlığını azaltmaktadır. Üniversiteler gerçek anlamda yüksek seviyeli bilim adamlarıyla kurulur. Zeki, kabiliyetli, gayretli, çalışkan, özgün düşünen, telifçi, yerli ve millî bilinç sahibi bilim adamları seçilip birkaç merkezî üniversitede toplanmalı, bu kurumlar üniversite adını almalı. Kalitesiz öğretim üyelerinin olduğu üniversiteler de yüksek okul adıyla yeniden yapılandırılmalıdır. Yoksa ülke kalitesizliğe, bilimsel kısırlığa, seviyesizliğe, sıradanlığa mahkum edilmektedir. Hak eden gerçek bilim adamlarıyla hak etmeyenler eşitlenince bilimin değeri düştü. Bu da ülkemizin bilimsel gelişmişlik seviyesine büyük bir darbedir.

Çelebi ÖZTÜRK: “Modern Öykünün Edebiyatımızdaki Serüveni” hakkında bilimsel bildiriniz var. Daha sonra bir dergide makale olarak yayınlandı. Şunu öğrenmek istiyorum: Modern öykü dendiğinde ne anlamamız gerekiyor? Türkiye’de öykücülüğün yeri nedir?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Klasik öykü, olay merkezli ve sosyolojiye dayanan bir anlatı türü idi. İnsanların ilginç ve faydalı buldukları, sürükleyici, etkileyici, çarpıcı olayları anlatma gereği duymuşlardı. Modern öykü ise modernizmin karmaşık zihinsel ve sosyolojik yapısına uygun bir kurgu türü olarak ortaya çıktı. Modern öykü, anlatıyı tespite ve izlenime dönüştürdü. Öykü, hayatın akışını, değişim, dönüşüm aşamalarını, insan zihninin karmaşık dünyasını parçalı yapı üzerinden veren bir tür. Bu bağlamda Türk hikâyesi, Türk milletinin tarihsel yolculuğunun anlık sahneler özelinde yansıdığı bir aynadır. Dünya edebiyatı içinde Türk hikâyeciliği en ön sıraları işgal eder. Oldukça zengin, derinlikli ve çarpıcı bir hikâye edebiyatımız var. Özellikle hanım yazarlar hayata, topluma, insana, dışa ve içe dönük ince dikkatlerini hikâye ile sergileme konusunda çok maharetli ve gayretliler. Ayrıntı üzerinde yoğunlaşma demek olan anlatı türü, galiba en çok kadın yazarlara uygun bir tür. Türk edebiyatının kadın hikâyeci zenginliği, bunun bir göstergesidir.

Çelebi ÖZTÜRK: Nazım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek’i karşılaştırdığımız zaman dil ve anlatım yönünden geleneğin izleri hangi şairde daha etkilidir?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Beklenenin ve zannedilenin aksine gelenekten en çok yararlanan ya da geleneksel malzemeyi en çok kullanan Necip Fazıl değil, Nazım Hikmet’tir. Necip Fazıl daha çok anlık duygulanımların, heyecanların ve gözlemlerine dayalı izlenimlerin şairidir. İçinde bulunduğu zaman diliminin değişik görünümlerine anlıksal tepki veren adamdır. Geleneksel kültür ve edebiyatı şiirinde çok fazla kullanmaz. Ama Nazım Hikmet gelenekselle, tarihsel olanla, İslam kültürü ile hesaplaşan, dinî ve millî manada geleneksel kültür zenginliğini reddeden, olumsuzlayan bir şair. Sırf bu amaçla geleneksel Türk İslam kültür ve edebiyat zenginliğine çokça göndermeleri var. Yani Nazım Hikmet, geleneği yadsımak adına kullanmış bir şair.

Çelebi ÖZTÜRK: Bugün gelinen noktada Türk Edebiyatını değerlendirebilir misiniz?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Günümüzde yaşayan Türk edebiyatı maalesef çok zayıf. Eski dönemlere ait büyük, parlak, sürükleyici, yıldız diyebileceğimiz yazarlar, özgün edebiyat akımları ve toplulukları yok. Hep eskilerle idare ediyoruz. Aslında edebiyatta gerileme hadisesi sadece Türkiye’ye özgü değildir. Dünya genelinde de durum aynıdır. Başka milletler de özgün, yeni, parlak bir edebiyat üretemiyorlar. Bu galiba biraz çağla, dönemle alakalı. İdrak ettiğimiz zaman, özellikleri itibariyle durup düşünmeye, sabırla üretmeye, zahmet ve çile çekerek özgün telif, duygu ve düşüncelere ulaşmaya elverişli bir dönem değil gibi. Her şeyin hazır bulunduğu, her şeyin çokça tüketildiği, hayatın yüzeysel ve maddi planda yaşandığı, ruh, kalp, kafa çilesinin çekilmediği, insanı rahatlığın, konforun, yüzeysel olanın, maddenin, görüntünün, şeklin esir aldığı bir dönemde yaşıyoruz. O yüzden ortamın derinlikli ve özgün edebiyat üretmeye engel bir durumu var. Ama buna rağmen büyük edebiyatçılar çıkabilir. Edebiyata ve edebiyatçıya önem ve değer verilirse, edebiyatın değeri belirgin olarak öne çıkarılırsa, topçular ve popçular yerine yazarlar, düşünürler, edebiyatçılar ön plana çıkarılırsa, rağbet ve revaç verilirse gizli kalmış kabiliyetler ortaya çıkabilir. Dışa dönük bir hayat kurgusu özendiriliyor. Halbuki içe dönük bir hayat tasavvuruna rağbet verilse eminim ki çok büyük edebiyatçılarımız çıkabilir.

Çelebi ÖZTÜRK: Bugün Türk Edebiyatında eleştirmen sayısı parmakla sayılacak kadar az. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eleştirmen yetişmemesi Türk Edebiyatı için kayıp mıdır?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Eleştirmenlik de sanat gibi belli bir kabiliyet, ince bir dikkat, disiplinli bir çalışma, yarayışlı bir yöntem ve durumları, olguları, özellikleri, edebî ve estetik zenginlikleri en uygun şekilde adlandıracak terimler, edebiyatın ve kültürün zamandizimsel olarak takibi ve hatır gönül yerine doğruyu ortaya koyma kararlılığı gerekiyor. Basın yayın organlarında ve eğitim, bilim kurumlarında eleştirmene yeterli önemin verilmeyişi, eleştiri çalışması yapanların hatır gönül gözetmesi, eleştiriyi sadece olumlu olanı ya da olumsuzlukları ortaya koyma anlayışı gibi sebeplerle eleştiri kurumunun zayıf olduğu görülüyor. Ancak bütün bu zayıflık ve eksiklikler devlet, millet, edebiyat kamuoyunun ortaklaşa irade beyan etmesiyle köklü bir şekilde kurumsallaştırılabilir ve teşvik edici, özendirici bir kanala sokulabilir.

Çelebi ÖZTÜRK: Hocam, yayınladığınız eserlerinizle, makale, bildiri, bölüm yazarlığı ve çeviri gibi konularda Türk Edebiyatına çok büyük hizmetleriniz var. Eleştirel açıdan baktığımızda, bilimsel olarak Türk Edebiyatına hizmet eden sizin gibi ilim adamları beklenen değeri görebiliyor mu?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Maalesef Türkiye’de en az itibar görenler, gerçek bilim ve düşünce adamlarıdır. Yönetici ve siyasetçinin kutsandığı, tanrılaştırıldığı, en önemli adam haline getirildiği; ama bilim ve fikir adamlarının, sanatçıların geri plana itildiği, bunların memur seviyesine indirildiği, yöneticilerin yağdanlığı, paspası, alkışçısı, şakşakçısı haline getirildiği bir ülke daha fazla gidemez, batar. O yüzden acilen yönetici ve siyasetçinin, gerçek bilim ve düşünce adamlarına hizmet ettiği bir anlayış ve düzeni yeniden kurmamız gerekiyor. Eski Osmanlı uleması güzel tespit etmiş ve güzel söylemiş: “Ulemâ ümerânın değil, ümerâ ulemânın ayağına gitmeli.” Yani ”Alimler yöneticilerin değil, yöneticiler alimlerin ayağına gitmeli.” Bugün son zamanlarda Türkiye’de bilime ve sanata yeteri kadar değer verilmiyor. Tanrı siyasetçi tipi türedi. Her şeyi bu siyasetçi tipi biliyor, her kararı tek başına alıyor, bilim adamlarına soran eden yok. Bilim adamı dediğimiz tipler de çoğunlukla kendi konumlarını yerlere sermiş, bu tanrı siyasetçi tipinin önünde düğme ilikleyen emir kulu olmuş. Zillet ki ne zillet. Bilim adamına değer verme konusunda özendirici kurumsal yapılar yok. Mesela üniversite kurumunda çok üreten ve çalışanla hiç üretmeyen aynı değerde ve konumda. Gerekli birkaç tez ve kitapla ya da makaleyle profesör olmuş bir kişi ile sürekli üreten ve çalışan profesörü ayıran, çalışanı ödüllendirip çalışmayanı cezalandıran bir mekanizma yok. Bazı öğretim üyeleri var, hiç kitap yazmıyorlar, konferans vermiyorlar, sempozyumlara katılıp bildiri sunmuyorlar, alanlarıyla ilgili topluma dönük çalışmalar yapmıyorlar. Sadece yalan yanlış derslere zorla, ayaklarını sürüye sürüye girip çıkıyorlar, talebeye zart zurt yaparak vakit geçiriyorlar. Bunlara dönük hiçbir yaptırım yok. Hiçbir iş yapmayan, üretmeyen, çalışmayan bu bazı kabız öğretim üyeleri, kendilerine çok çalışan öğretim üyeleriyle uğraşmak gibi de bir meşgale bulmuşlar. Kıskançlıklarından, haset ve kinlerinden, aşağılık, eksiklik, yetersizlik duygusundan dolayı çalışkan, kabiliyetli, üretken öğretim üyelerinin aleyhinde dedikodu üretiyorlar, fitne fesat işleriyle uğraşıyorlar. Böyle de bir felâket var ve bu çarpık gidişi engelleyecek yasal ve kurumsal bir mekanizma da yok.

Çelebi ÖZTÜRK: Pek çok eseriniz var, ama ben şunu öğrenmek istiyorum: Bunların içinde sizin için en değerli olan eseriniz hangisidir?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Her yazar, bütün eserlerini en değerli görür. Doğrusu böyle bir sıralama yapmakta zorlanırım. Ama çok önemsediğim bazı eserlerimi sayayım: İstiklal Marşımızı Anlamak, Mankurtluk Külahı, Türke Oryantalist Kuşatma, Andımız ve Gençliğe Hitabeyi Anlamak, Türk Sorunu, İstiklalci Türk Yürüyüşü, Şiir Çözümleme Yöntemi, Roman Çözümleme Yöntemi, Şiir Tahlilleri 1, Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı, İkinci Abdülhamit Dönemi Türk Edebiyatı, Yahya Kemal Kitabı, Behçet Necatigil, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Akif Ersoy, Kendini ve Allah’ı Arayan Adam: Necip Fazıl, Nesir Türleri, Şiir İncelemeleri.

Çelebi ÖZTÜRK: Hocam, yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Yayına hemen hazır bazı kitaplarım: Tük Romanı Tahlilleri, Türk Hikâyesi Tahlilleri, Amerikan İslamcılığı, Ruh Medeniyetimiz, Türkün Haçlıyla İmtihanı, Türke Enternasyonalist Kuşatma, Haricî Bedhâhı Bilir misiniz?, Müslümanın Modernizmle İmtihanı, Bayraklaşan Şair: Arif Nihad Asya, Türkmeneli Türklüğü, Çanakkale Savaşları ve Mehmet Akif, Hikâyelerle İstiklal Marşımız, Türk Edebiyatı Okumaları, Millî Hafızaya Dönüş, İmzamız Ayyıldız, Vatanımız Evimizdir, İstiklalimiz İstikbalimizdir, Bozkurt, Orhun Abideleri Uyarıyor, Aydın ve Modernizm, Milliyetsizlik İlleti, Müfide Ferid’in Aydemir Romanını, Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre eserini yeni Türk harflerine aktarma.

Çelebi ÖZTÜRK: Hocam, bilimsel çalışmalarınızın yanı sıra şiir, öykü ve roman gibi çalışmalarınız var mı? Düşünüyor musunuz?

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Edebiyatı sanat olarak icra etmek yerine, üretilen edebiyat ürünleri üzerine inceleme ve araştırma yapmayı tercih ettim. Roman yazmayı hep istemişimdir, belki ilerde yazabilirim.

Çelebi ÖZTÜRK: Hocam, yoğun olduğunuzu biliyorum. Bu nedenle sizi sorularımızla daha fazla yormak istemiyorum. Mülakatımızı kabul ederek içtenlikle verdiğiniz cevaplar için teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Çok teşekkürler. Sitenizin Türk edebiyat ve düşünce hayatı için hayırlara vesile olmasını dilerim.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bunlarda İlginizi Çekebilir